KTEZO Örgütlenme ve Birliklerden Sorumlu Başkan Mahmut Kanber, “Sorunların çözümsüz bir döngüye dönüşmesinin temelinde, ülke yönetiminde yapılması gereken reformların ertelenmesi ve hükümetin yalnızca iktidarda kalma çabası yer alıyor” dedi.
Yazılı bir açıklama yapan Kanber şunları kaydetti;
Ülkemizde uzun süredir devam eden siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, birçok alanda derinleşen sorunları içinden çıkılamaz bir hale getirdi. Sorunların çözümsüz bir döngüye dönüşmesinin temelinde, ülke yönetiminde yapılması gereken reformların ertelenmesi ve hükümetin yalnızca iktidarda kalma çabası yer alıyor. Görünen o ki, hükümet, hukukun üstünlüğünü ve demokrasinin evrensel ilkelerini göz ardı ederek, kendi varlığı olmadan ülkenin yönetilemeyeceği algısını yaratma gayretinde. Hukukun ve demokrasinin temel ilkelerini yok sayarak, kendi yokluklarında ülkenin yönetilemeyeceği algısını oluşturmaya çalışan hükümetin bu sürdürülemez düzeni devam ettirme çabasına, aslında bu yanılgıya kendilerinin inanmış olduklarını görüyoruz.
Bu süreçte, yasamanın en önemli organı olan Cumhuriyet Meclisi’nin toplum nezdindeki itibarı, yalnızca siyasi iktidarın çıkarları doğrultusunda araçsallaştırılmaktadır. Hükümet yetkililerinin koltukta kalma uğruna Cumhuriyet Meclisi’nin işlevselliğini zayıflattığı ve toplumun meclise olan güvenini sarsacak kararlar aldığı bir ortamda, yaşanan sorunların ana sorumlusu olarak siyasi iradenin kendisi öne çıkmaktadır. Oysa ki toplumun güveni ve desteğiyle işlerlik kazanan bir yasama organı, ülkenin demokratik gelişimi açısından en büyük dayanak noktasıdır.
Bu noktada, ülkemizin karşı karşıya olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel sorunların çözümünde, devlet kurumlarının topluma olumlu bir etki bırakması gerektiği açıktır. Ancak ne yazık ki devlet mekanizması, içinde bulunduğumuz siyasi konjonktürden ötürü büyük ölçüde işlemez hale getirilmiştir. İşte tam da bu nedenle, toplumsal kalkınmanın artmasını sağlayacak istikrarlı bir yönetim anlayışına acil ihtiyaç duyulmaktadır.
Ekonomi ve sosyal hayattaki istikrarsızlıklar, her geçen gün daha fazla sektörü iflasın eşiğine sürüklüyor. Sanayi, tarım, hizmet ve inşaat gibi ülkenin temel ekonomik yapı taşları olan sektörler, ya ciddi zararlarla karşı karşıya kalmış ya da neredeyse tamamen işlevini yitirmiş durumda. Yaşam standartlarının düşmesi, halk arasında derin bir huzursuzluğa yol açmakta, kültürel erozyon ve siyasal yozlaşma toplumun dokusunu zedelemektedir. Kamu kurumlarının ve kuruluşların yetkilerinin yandaş zümreler lehine kullanılması, toplum yararına hizmet etmesi gereken devleti araçsallaşmış bir nevi çıkar ağına dönüştürmüş durumdadır. Bu tablo, ülkeyi gerçek anlamda kalkındıracak bir istikrar anlayışından uzak, yalnızca belirli kesimlerin çıkarlarını korumayı hedefleyen bir zihniyetin ürünüdür.
Gerçek anlamda ülkesini seven bireyler, toplumsal kalkınmanın ve sürdürülebilir bir düzenin sağlanmasında kolektif bir yapının oluşturulması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Sadece kendi bireysel çıkarlarını düşünen bir yönetim anlayışı, halkın çıkarlarını koruyamaz. Bu nedenle, ülkesine bağlılığını toplumsal refah ve kalkınma için gösterenlerin öncelikleri, bireysel menfaatler yerine toplumsal fayda odaklı olmalıdır.
Hükümet yetkililerinin, toplumun gerçek ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmeyi öğrenmesi gerekmektedir. Zira duygusal bir bağla bağlı oldukları varsayılan bu ülkenin her bir vatandaşı, en iyi yaşam standartlarına sahip olmayı hak etmektedir. Ancak bu amaca ulaşmak için öncelikle siyasi istikrarın sağlanması, hukukun üstünlüğünün temin edilmesi ve demokratik değerlerin hayata geçirilmesi şarttır. Toplumla arasında gerçek bir bağ kurmayı başaramayan yönetimin koltuk sevdasından vaz geçmelidir.
Mücadeleyi,toplumsal mualefeti temsil etme seçeneginin var oldugu,mualif cepenin halkın geleceğini korumak adına sorumluluk üstlenmesi gerektiği aşikardır.
"Demokrasilerde İletişimin Gücü: Katılımcı Yönetim İçin Şeffaflık ve Diyalog"
